Kentte birbirinden farklı sanat üreticileri var. Bunlar birey ya da grup, kurumsal ya da değil, bağımsız girişimler… Şehre ait bu kültür aktörlerinin bazılarının ise sanata açtıkları alanları, sahip oldukları mekanlar, kişisel atölyeler, sergileme alanları ve sahneleri mevcut. İşte bu alanları ziyaret etmek, bu misafirlikler sırasında ev sahiplerinin mekanları üzerinden edindiği deneyimlere kulak vermek, böylelikle ilgili herkesin bir araya gelmesine vesile olup, yeni tartışma başlıklarının şekillenmesine ortam oluşturmak umudu ile başlayan Mekân Deneyimleri serisi, aslında öncülü olan bir arayışın sonucu.
2018 yazında NomadMind ve Kendine Ait Bir Oda, iki bağımsız oluşum, ortak bir etkinlik yapmak amacıyla bir araya geldi. Etkinlik için bir kapsam arayışı esnasında yapılan uzun beyin fırtınaları sonucunda, bu etkinliği gerçekleştirme motivasyonunun kendisinin etkinliğin temel akslarından birini oluşturabileceği ihtimali doğdu; bir-araya gelmek. Böylece kentte kültür projeleri üreten mekan sahibi bağımsız iki oluşum, ortak bir şeyler ortaya koyabilme isteklerini çerçevelendirmiş oldular. İkisini kafa kafaya verdiren şey, kentte benzer kaygı ve amaca sahip diğerlerine çağrı yapmak oldu. Böylece “Bir-Arada Alan Açmak” adını verdikleri bir forum gerçekleştirdiler.
Basmane Agora Arkeolojik Kazı Alanı’nda gerçekleşen bu etkinlik, çeşitli ölçek ve biçimlerde var olan, birbirinden farklı üretim alanlarına sahip, sınırlı olanaklarla üretim yapan oluşumların hiçbir filtre olmaksızın bir araya gelip ortaya atılan açık uçlu soruların etrafında dolaştığı bir tartışma alanı oldu. Etkinliğin en büyük çıktısı ise, “Ortak üretim alanlarını geliştirmek adına, ekonomik ve sosyal sorunlarla baş edebilmek için daha sağlam iletişim ağları oluşturabilir miyiz?” sorusu oldu. Bu soru ile, ileride yine karşılaşacağız.
Sadece sanat üreticileri değil, şehirde sanatla ve kültürle ilgilenen, bu başlıklara değer veren herkese foruma katılma çağrısı yapıldı. Sınırları ve merkezi belirsiz bir tartışma düzlemi yaratılarak katılımcıların bir talepler dizisi dillendirmesine imkan verildi. Etkinliğin hedefi olan bir iletişim alanı açma gayesi, açık uçlu bir devamlılığa, yani bir seri etkinlik daha yapma istencine dönüştü. Mekân Deneyimleri de böyle ortaya çıkmış oldu.
Mekân Deneyimleri’nin ilk durağı; Nazım Hikmet Kültür Merkezi İzmir. Misafir olunan mekan sahiplerinin kendi belirlediği ve küçük bir sunum ile tartışmaya açtığı başlıklar çerçevesinde gerçekleşen ziyaretlerin, kendi doğası gereği her mekanın kendi dinamiklerini yansıtan sohbetler ile şekillenmesi düşünüldü. Mekanların fiziksel yapıları, kentteki konumları ve temsil ettikleri değerler, geçmişleri ve vizyonları, hitap ettikleri kitle ve sanat disiplinleri, her bir bileşen etkinliğin her bir durağı için dinamik ve zengin bir içerik yönetimi öngörmekteydi. Özellikle şehir merkezinde konumlanmış eski bir sinema olan Konak Sineması’ndan dönüştürülmüş bir sahne-mekan olarak NHKM-İzmir, kendi dönüşüm hikayesi kapsamında mekanların fiziksel koşulları ve dönüştürülen mekanlar üzerine önemli başlıklar açtı.
NHKM-İzmir’in tartışmaya açtığı başlık olan “Ekonomik Kriz ve Sanat Üretimi” üzerine deneyim aktarımı yapmak, çoğunluğu bağımsız ve kurumsallaşmamış sanat üreticilerinden ve kültür yöneticilerinden oluşan katılımcılar için üzerine deneyimlerin paylaşılması adına kritik bir konuya parmak basmaktaydı. Sürdürebilirlik, aslında ekonomik yetkinlik ile tanımlanması gerektiğinden bu disiplinlerde mecra oluşturmayı amaçlayan herkes için varoluşsal bir sorun. Tam da bu yüzden, kar amacı gütmeyen kurumlar olarak kar amacı güden bir mekana misafir olmak ve üstüne kar amacı gütmeyi konuşmak aydınlatıcı bir deneyim sayılabilir. Diğer yandan katılımcıların heterojen yapısı; yerel yönetim çalışanlarından galeri sahiplerine, akademisyenlerden sanat izleyicisine, kültür yöneticisinden sanatçıya; yerel yönetimlerle ve kentteki üniversitelerle ortak üretim ihtimalleri ve ilişkilerin güçlendirilmesi gibi konuların açılmasına vesile oldu.
Bu geniş sosyal ve ekonomik yelpazede gerçekleşen katılımın bir diğer çıktısı ise etkinliğin diğer serilerinde de etrafından dolanıp yanına yanaşacağımız, belirgin ancak adı belirsiz bir başlığın ortaya çıkışı oldu. Mekân Deneyimleri’nin diğer duraklarında da, katılımcılar tamamen değişse de tartışmaların dayandığı duvar/nokta şu oldu; İzmir kenti, sanat üreticileri arasında var olan özel bir dayanışma ağına sahip. Bu dirsek temasında olma durumu ve sosyal ilişkiler üzerinden girişimlerin hali hazırda kendi genliklerinde birbirlerine destek veriyor oluşu, özellikle bu şehre has, özgün bir dinamik. NHKM-İzmir etkinliği genel anlamda bu dinamiğin bir adım öteye taşınıp sistematize edilip edilemeyeceği, bir oluşuma, bir yapıya dönüşüp dönüşemeyeceği sorgusu ile sona erdi. Bu, başlangıçta bahsettiğimiz soru ile ilk yeniden karşılaşmamızdı. Ancak Mekân Deneyimleri serisinin amacının hiçbir zaman böyle bir yapı kurmak olmadığının, yukarıda bahsettiğimiz gibi, ucu açık bir devamlılığı hedeflediğinin de altını çizmek doğru olacaktır.
İkinci ev sahibimiz olan Shelter Artists Run Space’e yaptığımız ziyaret, mekanın kurucuları olan Şerife Aslan Yavaşça ve Mert Yavaşça’nın böyle bir sanat alanını açmanın motivasyonlarını ve süreçte yaşadıkları deneyimleri paylaşması ile başladı. Kentin merkez aksından oldukça uzakta, tamamen konut bölgesinde bulunan mekan, çok küçük olan fiziki boyutları ve kar amacı gütmemesi ile ilk durağımıza göre bambaşka bir karakteristik sergiliyordu. Mesela ihtiyaç ve talebe göre yılın belli aylarında “açık” sanat mekanına dönüşen Shelter, özünde paylaşıma açılmış kişisel bir atölye. Sohbet sırasında, mekanın herhangi bir bütçe kaygısı gütmeden, sahip olunan üretim ve sergileme alanını meslektaşlarla paylaşma motivasyonu ile gerçekleştirilen bir girişim olduğunun altı çizildi. Ancak mekanda gerçekleşen üretimleri çeşitlendirmek adına fon arayışında olunduğu gerçeği ile etkinliğin tartışma yönü, son birkaç yıldır İzmir’in dışındaki kurumların sağladığı, İzmir kentine ve kentteki sanat aktörlerine yönelik başlatılan fon çağrılarına döndü. Bu fonlara başvuran bağımsız sanatçı ya da oluşumların, seçilen ya da seçilmeyenlerin, ilgili ya da eleştirellerin deneyimlerini paylaşması ile şekillenen yeni tartışma çerçevesi, üretimi ve paylaşımı sürekli kılmak adına bir ekonomik model olarak fon arayışını sorgulamaya açtı. Özellikle fon çağrılarına yanıt veren yakın ilişkiler içerisinde bulunan kültür yöneticileri ve sanatçıların arasında oluşması muhtemel rekabetin, İzmir’e has dayanışma ağını nasıl etkileyeceği, çekişmenin bu ağı zayıflatacağı mı yoksa daha güçlü yapıların oluşmasına imkan mı sağlayacağı uzun uzun konuşuldu. Bu doğrultuda yoğunlaşan görüşler, eğer dayanışma ve ortaklıklar devam edebilecekse nasıl bir biçim alır, nasıl bir oluşum ortaya çıkar sorgusu etrafında odaklandı. Bu noktada, evet, bir kez daha o ‘soru’nun çekim alanına girildiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Shelter’da tartışılan bir diğer başlık ise bambaşka bir ilgiyi ve özeni hak ediyor. İzmir kentinin kültür üreticilerini etkileyen ve şekillendiren dinamikleri ve ek olarak bu dinamikleri oluşturan sermaye ilişkilerini göz önüne aldığımızda, mutenalaşma konusunda kentin kültür üreticilerinin rolü ne olmalı? Bir rolü var mı? Varsa bu üreticiler ve aktörler nasıl bir duruş sergilemeli? Bir arada ortak bir tavır oluşturulabilir mi? Yerel yönetimler ile ortak ne kadar söz birliği yapılabilir?
Bu ve benzer soruları tartışmaya açan bir başka proje olan Non-Registered Art Communities, Kemeraltı’nda bir handa var olan bir açık sanat alanının, hayy open space’in, uluslararası ortakları ve fon desteği ile gerçekleştirdiği sanatçı deneyimleri üzerine kurulu bir buluşmalar dizisi. Mekân Deneyimleri’nin üçüncü durağı olarak hayy, hem kentin tarihi ticaret merkezinde bulunduğu konum ile temsil ettiği değer bakımından, hem de eş zamanlı gerçekleştirdiği bu projenin ikiz dinamikleri bakımından yepyeni bir deneyim aktarımına olanak veriyordu. Non-Registered Art Communities / Mekân Deneyimleri ortaklığı ile gerçekleşen serinin üçüncü ayağı, hayy’ın kendi mekanında katılımcıları ağırlayarak kendi deneyimlerini aktarmasını sağlarken, kendi davetli sanatçı girişimlerinin hikayelerini de katılımcılarla uzun uzun paylaşmasına imkan vermiş oldu.
Hayy’ın öyküsü, açık bir sanat alanı oluşturabilmek. Bunu da sanatçılara, sanat grup ve girişimlerine alan, zaman ve olanak sağlayarak, kimi zaman da yalnızca söz vererek, sesini duyurarak yapıyor. Farklı sanatçıları davet ettiği buluşmalar dizisi de böyle bir söz verme yöntemi üzerinden etkinliğimizde davetlilere pas atarak tartışma ortamı oluşturuyordu. Misafir olduğumuz önceki iki mekanımızdan farklı olarak bilhassa etkinliğe davetli olarak gelen bağımsız sanat girişimlerinin kendi öykülerini anlatması ile açılım bulan sohbet, kısa bir süre sonra güncel bir konu olan fon desteği arama başlığında sabitlendi. Moderatörlük yapan ve bir önceki etkinlikte yarım kalan soruların peşinde koşan NomadMind, KABO ve hayy, özellikle fon rekabeti ile oluşabilecek iletişimsizliklerin önüne geçme motivasyonu ile katılımcıları bir dizi sorgulamaya davet ettiler.
İzmir’deki sıkı dayanışmanın bir sembolü olarak “Teşekkürler … (buraya isim gelecek)!” şeklinde samimi bir dille dışa vurulan minnet ve takdirin korunması için ne yapılabilir? Fon çağrısı bir yarışma gibidir ve kazanan ve kaybedenler vardır. Daha çağrılar yayındayken başvurulara ortak hazırlanmak mümkün olabilir mi? Çalışma grupları oluşturabilir mi? Düzenli toplantılarla fonu kazanma ve fonu kaybetme deneyimleri paylaşılabilir mi? Fon çağrısına çıkan kurum ve kuruluşlardan İzmir’deki sıkı iletişim ağına özel, değerlendirme öncesi bilgilendirme toplantıları, değerlendirme sonrası geri besleme açıklamaları yapmalarını talep edilebilir mi? Ve belki de en ilginci; fonlara birden fazla sanatçı/sanat girişimini kazançlı çıkartacak şekilde ortak başvurular yapılabilir mi? Fon alanlar fon alamayanlara bütçe çıkartabilir mi? İzmir’in üretime bağlı dayanışma ağı, bütçe arayışında da sürebilir mi?
“Ortak üretim alanlarını geliştirmek adına, ekonomik ve sosyal sorunlarla baş edebilmek için daha sağlam iletişim ağları oluşturabilir miyiz?” sorusu ile yine karşılaştık. Birden fazla defa olmak üzere. Mekân Deneyimleri’nin en büyük çıktısının, İzmir kentinin sanat aktörleri için güncel bir konu olarak sürekli bu başlığın ortaya çıkışını yansıtmak olduğu söylenebilir. Serinin kent merkezinde olmak/olmamak, kar amacı gütmek/gütmemek, kurumsal olmak/olmamak gibi birbirinden farklı karakteristik özelliklere sahip üç durağında tartışmaya açtığı ve hiçbir sınır koymamaya özen gösterdiği başlıkların hep benzer odak noktalarında yoğunlaşması, İzmir kenti için belirgin doygunluk alanlarının oluştuğu ve dönüşüm bekleyen yığılmaların bulunduğu yönünde okunabilir.
Bu görüşü nihai bir çıktı olarak ele almak doğru olmayacaktır. Bu nosyon, serinin kapsamında tartışmaya açılan ve bahsi geçen her bir konu kadar değerli, mekan sahiplerinin altını çizmeyi seçtiği her bir başlık kadar da baskındır. Gerçekleştirilme motivasyonu, açık uçlu ve kimi açılardan tanımsız ve çerçevesiz oluşu olan, bir hedef koymaktan çok deneyimin ve paylaşımın kendisine odaklanan Mekân Deneyimleri serisi, yukarıda yansıtılmaya çalışılan ve daha bahsedilememiş tüm başlıklar dahilinde, İzmir ölçeğinde daha sağlam iletişim ağları kurulmasını özlemle ummaktadır.
*Bu yazı 2019 Ağustos ayında Unlimited dergisinde yayınlanmıştır.